Babalar ve çocukları
“Herkesin Keyfi Yerinde” Giuseppe Tornatore’nin 1990 tarihli filmi “Stanno Tutti Bene”nin İngiliz yönetmen Kirk Jones tarafından Amerikanlaştırılmış versiyonu. Bir İtalyan filminin bir İngiliz tarafından Amerika’ya uyarlanması ideal bir durum değil ve bu sonuca da yansımış. Amerikan yaşam tarzına dair ayrıntıdan yana zengin bir film değil karşımızdaki.
KLİŞELERLE DOLU AMA DOKUNAKLI BİR FİLM
Filmin kahramanı dul ve yaşlı bir baba olan Frank (Robert De Niro). Dört çocuğu çoktan yuvadan uçmuş, anneleri de ölünce çocuklar babalarından uzaklaşmışlar. Baba ne zaman bir buluşma planı yapsa, hepsinin işi çıkıyor ve buluşma gerçekleşmiyor. Frank bunun üzerine, önceden haber vermeden çocuklarını ziyaret etmeye karar veriyor. Frank zamanında telefon kablolarını PVC’yle kaplayan bir fabrikada çalışmış ve zehirli dumanlara maruz kalmış. Dolayısıyla da ciğerlerinden hasta. Bu yüzden uçamıyor, seyahatlerini karadan yapıyor. Frank’in her ziyareti bir sürprizle sonuçlanıyor. Ya çocuğunu evde bulamıyor ya da çocukları hakkında öğrendikleri bildiklerinden çok farklı çıkıyor. Frank’in baskıcı baba rolünden bıkan çocuklar, babalarına bir tiyatro oynamışlar yıllarca. Hem Frank hem de seyirci bunu öğreniyor film boyunca. Frank çocuklarını başarılı olmaları yönünde zorlarken aslında iyi mi yoksa kötü mü yapmış? Cevap hem evet hem hayır. Peki bu film iyi bir film mi? Ne evet ne hayır, hem evet hem hayır.
Hayır, seyrettikten sonra filmden neredeyse hiçbir şey kalmıyor. Frank’in çocuklarının hiçbiri önemli bir karaktere dönüşemiyor. Baba-çocuk ilişkilerine dair beylik bir takım klişelerden başka yeni bir şey söylemiyor film.
Evet, yine de bazen insanın yüreğine dokunuyor Frank’in yalnız ve hüzünlü hali. Bazen babanızı hüzünle anabiliyorsunuz (öfkenizi de hatırlayabiliyorsunuz elbette). Ama bu etki filmi izlediğiniz sürece var. Frank de sonuçta çok yüzeysel bir karakter ve unutulmaya mahkûm. Filmin kendisi ve artık var olmayan yapım şirketi Miramax’ın son döneminde ürettiği birçok başka film gibi.
TanrInIn KitabI
Elinin körü!
ABD’de adı “Tanrının Kitabı” olan bir film yapılırsa sözü edilen kitap haliyle İncil olur, Kuran olacak değil ya. Nitekim de öyle olmuş. Film gelecekte bir zamanda geçiyor. Korkunç bir savaş olmuş. Korkunç bombalar patlamış. Ve o bomba patladığında açıkta olanlar yanmışlar ya da kör olmuşlar. Hava sürekli gri ama güneş gözlüksüz de dolaşılmıyor. Kanunsuzluk hüküm sürüyor. Ortam Mad Max filmleriyle Leone’nin spagetti westernlerinin karışımı, kimi karakterler “Bir Zamanlar Batıda”nın müziğini ıslıkla çalarak sinefillere göz kırpıyor.
İşte bu ortamda gaipten sesler duyarak yola koyulmuş misyon adamı Eli ile tanışıyoruz. Eli gaipten sesin yönlendirmesiyle Batı’ya gidiyor. Oraya götürmesi gereken bir emaneti var: İncil’in dünyada kalmış tek kopyası. Savaş sonrasında İncil’in diğer bütün kopyaları yok edilmiş (hangi organize güç yok etmiş belli değil, ortamda organize bir güce benzer hiçbir şey yok, İncil ise öyle sınırlı sayıda üretilmiş bir kitap değil). Zaten belki de savaşın çıkış nedeni İncil’i yok etmekmiş çünkü kötü insanların ellerine düşünce kötü amaçlara hizmet ediyormuş.
KIYAMETTE KERAMET VAR
Eli’ye gaipten gelen ses (Tanrı yani, yoksa Eli şizofren değil) Batı’da iyi insanların olduğunu söylemiş. Eli savaşın bitiminden beri yani 30 yıl boyunca Batı’ya gitmeye çalışıyor. Beladan kaçıyor, bırakıyor kötü adamlar kötülüklerini yapsınlar. Ama kötü adamlar Eli’ya bulaşırsa belalarını buluyor. Eli İncil’in koruması altında olan bir süper kahraman. İncil üzerindeyse Eli’ya kurşun bile işlemiyor ve dövüş sanatlarında uzmana olan Eli kolaylıkla çok sayıda kişiyi haklıyabiliyor. Derken mürekkep yalamış bir kötü adam çıkıyor Eli’yın karşısına. Bu adam İncil’i ele geçirirse insanları çok daha kolay yönetebileceğini biliyor. Bakalım havari Eli kendine yandaşlar da edinerek misyonunu tamamlayabilecek mi, yoksa … Yoksa ne olacak sahi? İncil iyi adamların da kötü adamların da eline geçse de aynısı olmayacak mı? Yani İncil çoğaltılacak, sonuçta iyinin de kötünün de eline geçecek ve filmin mantığı içinde tarih tekerrür etmeyecek mi?
Peki dinin, özelde İncil’in kötüye kullanılabilir olduğunu söylemek bu filmi dine mesafeli bir konuma oturtuyor mu? Hayır, sapına kadar Hıristiyan bir film “Tanrının Kitabı”. Diğer dinlere de “dünya kültürel mirası” çerçevesinde saygılı. Ama aynı filmin İncil yerine Kuranlı bir versiyonu çekilse, kendilerinin çok hoşgörülü olduğuna inanan Hıristiyan dünyasında yaygın gösterilme şansı bulur mu, hiç sanmıyorum. Bir de filmin finalinde bir çalım (twist) yemiş olduğunuzu fark edeceksiniz. Ama bu çalımı fark etmeseniz de değişen bir şey pek olmuyor. Yani “Altıncı His”teki gibi bütün her şeyi yeniden düşünmeyi gerektiren bir durum yok ortada. Hatta bu çalım niye var, anlamış değilim. İncil’i Batıda yayan Aziz Paulus’a bir gönderme yapıyor galiba film. Bence önemsiz de olsa, bu çalımı açık etmemem gerekiyor.
Sonuç olarak kıyamet sonrası karanlık bir dünyada geçen, kimi western klişelerini tekrarlamaktan keyif alan (“çok uzağa gitmiş olamaz!” gibi repliklerle), kimi zaman tutarsızlaşan ve inandırıcılıktan çok uzağa düşen, oldukça vahşi ve dindar bir film izlemek istiyorsanız haftanın en iyi seçeneği “Tanrının Kitabı”.