Paralel evrenler, kötü ikizler
Neredeyse 30 sene önce Tron adlı bir film yapmış Walt Disney firması. Zamanına göre özel efektleri çok gelişkin bir filmmiş bu. Fakat ne eleştirmenler filmi çok beğenmiş ne de film masrafını çıkarabilmiş. Yine de film kült mertebesine ulaşmış az çok. Yani filmin hastası, sadık bir kitle oluşmuş. Yıllar sonra şimdi bu filmin devamını çekti Walt Disney firması. Tron Efsanesi işte bu film.
Fazla gecikmeden söyleyelim, çok sıkıcı bir film var karşımızda. Ne konusu insanı sarıyor, ne oyunculuklardan bir keyif alınıyor ne de akılda kalıcı karakterler var filmde. Yine de anlatmaya çalışayım filmin konusunu. Büyük bir bilgisayar oyunları yazılım firması olan Encom’ın sahibi Kevin (Jeff Bridges) birdenbire ortadan kaybolur. Zaten annesiz olan oğlu Sam, çok zengin fakat yetim bir çocuk olarak kalakalır. Yıllar geçer, artık Encom’ın yönetiminde paragöz adamlar başrolleri ele geçirmişlerdir (bu şirketlerin başına da hep böyle kötü adamlar gelir nedense, anlaşılır şey değil!). Bu kötü yeni nesil yöneticiler telif haklarını sıkı sıkıya koruyarak, şirketin geçmişteki özgürlükçü tavrını terk etmişlerdir. Artık afili bir genç olan Sam, teknoloji hırsızı kılığında kendi şirketine gizlice girip, lisanslı programları herkesin kullanımına açarak kendi kendini eğlendirir (Walt Disney de böyle kahramanlar yaratabiliyor işte, oysa kendileri de telif haklarının en sıkı savunucularındandırlar).
Derken bir gün Sam’in 20 yıldır kayıp olan babasından bir telefon mesajı gelir. Sam babasını bulmaya çalışırken de hoop, başka bir paralel evrene geçer. Burasını anlatmak biraz güç… Bu paralel evren dijital bir oyun dünyası gibi bir şeydir. Burada insan kılığında programlar hüküm sürmektedir. Başlarında da Kevin’in bir zamanlar kendi suretinde yarattığı Clu adlı insan kılıklı bir program vardır, yani Kevin kendisinden bir tane daha yaratmıştır. Sam’in babası Kevin de bu dünyaya emilmiş ve orada kapalı kalmıştır. Clu tıpkı Kevin’in 20 yıl önceki haline benzer. Kevin ise yaşlanmıştır. Bu paralel dünyada gladyatör dövüşleri yapılmaktadır, insan benzeri programlar birbirlerine bir nevi frizbi atarak savaşırlar. Bu frizbiler aynı zamanda önemli bir ‘hard disc’tir, diyelim. Bu disc’lerde, disc’in sahibinin bilgileri yüklüdür. Paralel evrene geçen herkesin bir programa dönüştüğünü söylüyor, ilk Tron’u seyredenler. Tamam iyi de dijital kopyası Clu 20 yıl önceki halinde kalırken, Kevin niye yaşlanıyor, o zaman? Programlar ihtiyarlar mı? Yok, eğer Kevin program değil insansa, bir insan bu bilgisayar evreninde ne yer ne içer? Bu tür sorulara filmin-bana göre- iyi bir cevabı yok.
Konumuza dönelim. Kevin’in kötü ikizi Clu kusursuzluğu gerçekleştirmeye programlanmıştır. Ama bu da onu bir nevi Hitler’e dönüştürmüş, kusurlu olan her şeyi yok etmeye yönlendirmiştir. Bu uğurda bir soykırım gerçekleştirmiş, yeni bir tür olan ve kendiliğinden peydahlanan isomorfları katletmiştir. İzomorflardan sadece biri kurtulmuştur. Bu Quorra adlı güzel bir hatundur. Quorra Kevin’in odalığı mıdır, kızı mıdır, nedir pek anlaşılmaz ama ikili birlikte yaşarlar.
Clu’nun yeni hedefi ise, bu dijital dünyadan gerçek dünyaya geçmek ve kusurlu olan her şeyi yok etmektir. Yani Clu başarılı olduğu takdirde dünyayı büyük bir tehlike daha doğrusu yeni soykırımlar beklemektedir. Dünya kusurlularla doludur çünkü. Sam bir yandan babasını alıp gerçek dünyaya dönmeye çalışırken, bir yandan da Clu’nun SS’lere benzeyen ordusuyla savaşmak durumun da kalır.
Filmin gayet karışık öyküsü böyle ilerler. Tabii bu öyküden soyutlanabilecek temalar var. Burada hem bir Frankeştayn öyküsü ya da kötü kalpli ikiz teması bulmak mümkün. Ya da hem iktidarını hem de kadınını oğluna devreden bir babanın evladını yetiştirme öyküsünden de söz edilebilir. Öte yandan politik yanları da var filmin. Mükemmeliyetçilik ile faşizm arasında paralellikler kuruluyor, yazılımların telif hakkı olmaksızın paylaşılmasından söz ediliyor. Fakat burada soylu ve asil kapitalistlerle, onların hizmetindeki soysuz küçük burjuvalar gibi bir ayrım yapıldığını söylemek mümkün. Gerçek dünyadaki asıl kötüler şirketin sahibi değil yöneticileri. Paralel bilgisayar dünyasındaki durum biraz daha karışık. Orada Frankeştayn ya da kötü ikiz durumu var.
Bütün bunlar Tron’u ilginç bir film yapamıyor fakat. Üzerinde düşünme isteği uyandırması için bir filmin çok daha fazla şeye ihtiyacı var. İyi oyuncular, karakterler ve tutarlı bir iç dünya, öykü gibi. Onlar da Tron’da yok.
Filmin bir kötü karakteri daha var son olarak değinmek istediğim. David Bowie’in 70 başlarındaki en travesti haline benziyor bu karakter. Niye acaba, diye düşünmekteyim.