Tarih: Kasım 2012

Gazete/Dergi: Milliyet Sanat 

50 yıl süren seriyle dünyanın en ünlü ajanı James Bond’un şiddet merakı, kadınlarla ilişkileri, patronu M’in temsil ettikleri, safkan İngilizliği… Bunların hepsi lan Fleming’in romanlarındaki yapıdan yola çıkıyor. 

“MY NAME IS BOND, James Bond”, diye söze başlayabilmek ne çok erkeğin hayalini süslemiştir. Henüz ‘cool’ sözcüğü günlük hayata girmemişti ama adı konmamış olsa da bir ‘serinlik’ mevhumu elbette vardı ve James Bond bu serinliğin yani ‘cool’luğun hayata geçmiş haliydi. En zor durumlarda bile soğukkanlılığını, espri yapma yeteneğini yitirmez; en zor durumlardan bile kurtulur, kötü adamı öldürür ve rüyalarda bile görülemeyecek güzellikteki kadınları fazla çaba harcamadan yatağa atardı. Benim kuşağım Jeyms diye okumayı da öğrenememiştir James’i, biz Jeymis deriz ona. 

Sonra biz büyüdük ve kirlendi dünya! Yani James Bond’un pek de ideal bir tip olmadığını, temsil ettiği değerlerin pek de savunulacak yanları olmadığını fark etmeye başladık. Oryantalistti en hafif terimiyle, ırkçı ve faşistti en ağırıyla. Yargısız infaz yapar; üçüncü dünyalılara, eşcinsellere ve kadınlara aşağılayan gözlerle bakardı. 

BÜYÜK TİCARİ BAŞARI 

1962’den beri süren bir film serisi olduğu için tek bir Bond karakterinden söz etmek de tam doğru değil. Bugüne kadar 23 James Bond filmi çekildi. Altı değişik aktör canlandırdı Bond’u. On bir farklı yönetmen görev aldı Bond filmlerinde. James Bond serisi enflasyon hesaba katıldığında en çok kazanan (5 milyar doların üstünde), katılmadığında ise Harry Potter serisinden sonra ikinci sırada yer alan büyük bir ticari başarıya imza atmış durumda. 

Bu kadar başarılı bir serinin uzmanları da oluştu. Bondolojist denilen bu uzmanların en ünlüsü Umberto Eco. Eco filmler üzerine değil, Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming’in eserlerini incelemiş olsa da söyledikleri filmlere de ışık tutuyor (“Fleming’deki Anlatı Yapıları”; 1965). 

ECO’YA GÖRE FLEMING 
Ian Fleming ilk Bond romanı “Casino Royale / Royale Kumarhanesi”ni 1952’de yazıyor. 1952’nin casus edebiyatında Mickey Spillane’in öncülüğünü yaptığı şiddeti ön plana çıkaran eğilim, Bond’da da var. Daha eski casus edebiyatı ise kim yaptı?’ sorusunun izinden gidiyor daha çok. Mickey Spillane’in Mike Hammer’larının Bond üzerindeki etkisi en az iki öğede görülebilir. Vesper Lynd adlı kadın karakter önce Bond’un güvenini kazanır ama sonunda bir düşman casusu olduğu ortaya çıkar. Spillane olsa kadını romanın kahramanına öldürtürdü ama “Casino Royale”de Vesper’in intiharına izin verilir. Yine de Bond’un aşktan nefrete geçişi Spillane kahramanlarından farklı olmaz. Londra’yı telefonla arayarak “Kaltak öldü” diye bildirir. Bir başka benzerlik ise Mike Hammer’ın da Bond’un da ufak tefek bir Japon’u öldürmüş oluşlarıdır. Mike Hammer’ın bu ilk cinayeti onu ruhsal olarak sarsar ve sinir bozukluğunun (sado mazohistliği, empotansı) temelini oluştururken, Bond ruhsal bir yara almaz, nevrozla uğraşmak durumunda kalmaz. Fleming’in başarısının sırrı da belli ki buradadır: Çünkü Bond, Fransız meslektaşı Mathis’in dediği gibi bir makinedir ve makine olarak kalmalıdır. Düşman bildiklerinin aslında iyi insanlar olup olmadığı gibi sorularla kafasını yormamalı ve yaptığı işi sorgulamadan bir makine gibi işini yapmaya devam etmelidir. 

MUHTEŞEM MAKİNE 
Bond’un karakteri daha ilk roman olan “Casino Royale”de belirlenir. Mathis’in sözlerinden ikna olan Bond, duyguların ve ahlaki tartışmaların, belirsizlikler içeren dünyasından uzaklaşır ve muhteşem bir makine olarak kalır. Hakikat ya da adalet, hayat ya da ölüm üzerine kafa patlatmaz. Psikolojinin kapı dışarı edilmesiyle, Bond romanlarının dayandığı formül de ortaya çıkar. Eco, Bond serisinin yapısını oluşturan 14 karşıt çift saptar: 

a) Bond-M (MI6’in şefi) 

b) Bond-Kötü Adam (Düşman) 

c) Kötü adam- Kadın 

d) Kadın-Bond 

e) Özgür Dünya-Sovyetler Birliği 

f) Büyük Britanya- Anglosakson Olmayan Ülkeler 

g) Görev-Fedakarlık 

h) Hırs-İdealler 

i) Aşk-Ölüm 

j) Tesadüf-Planlama 

k) Lüks- Konforsuzluk 

l) Aşırılık-Mütevazılık 

m) Sapkınlık-Masumiyet 

n) Sadakat-İhanet 

Dört madde karakterleri, diğer maddeler de bu karakterlerin yaşayacağı değer çatışmalarını temsil ediyor. Bu çatışmalar basit ve evrenseller ve geniş bir alanı kapsıyorlar. Fleming’in bütün anlatıları bunlar üzerine kuruludur. 

M, mütevazılık, görev, ülke ve düzeni temsil eder. Bond onun emirlerini uygular. Görevine bağlıdır. Fiziksel olarak yetenekleri vardır ama insanüstü bir özelliği yoktur… 

Bond güzellik ve cinsel gücü temsil ederken, kötü adam canavarlığı ve cinsel güçsüzlüğü temsil eder. Kötü adamlar genellikle Sovyetler Birliği ile bir bağ içindedirler ve saf bir ırktan değildirler, melezdirler. Bond gizli servise sadıktır, fedakardır, lüksten ve rahattan vazgeçebilir. Kötü adam ise lükse düşkün ve hırslıdır. Bond kumar oynamayı sevse de kazandığı paraları ya gizli servise ya da Bond kızına bağışlar. Bond gerektiğinde işkenceyi bile göze alır. Bond ve Bond kızı aşkı (Eros’u) temsil ederlerken, kötü adam ölümü (Thanatos) temsil eder. 

Bond kızı ya da Fleming’in kadınları genelde şu şemaya uyarlar: 1) Kız iyi ve güzeldir; 

2) Gençliğinde yaşadığı kötü deneyimler sonucunda frijit ve mutsuz biri olmuştur; 3) Bunlardan dolayı Kötü Adam’ın hizmetine girmeye koşullanmıştır; 4) Bond’la tanışması insan doğasını bütün zenginliği içinde kabullenmesini sağlar; 5) Bond, kıza sahip olur ama sonunda onu kaybeder. 

KÖTÜ ADAMLAR
Bond romanlarının olay örgüleri hemen hemen aynıdır: Kesinlikle İngiliz olmayan (ama kökeni bir belirsizlik de içeren) Kötü Adam, örgütsel ve üretimsel ilişkileriyle büyük miktarda paralar kazanmakta ve Batı’nın düşmanlarına da yardım etmektedir. Bu canavarın bilim-kurgu tarzında korkunç bir planı vardır. Bond bu canavara meydan okurken onun tahakkümü altına aldığı bir kadınla tanışır ve kadını geçmişinin bağlarından kurtarır. Bond’la kadın arasında başlayan erotik ilişki Bond’un kötü adamın eline geçmesi ve işkenceye maruz kalmasıyla kesintiye uğrar. Bond Kötü Adam’ı öldürür ve çabalarının ödülünü kadının kollarında alır. Ama Bond kadını kaybetmeye yazgılıdır. Bu şablon okura bildiği bir dünyada dolaşmanın rahatlığını sağlar. Okur bilinmeyenin anlatılmasından, tahayyülünün uyarılmasındansa bu tanıdıklık içinde keyif bulur. 

Fleming talebe göre mal üretir. Başarı kazanmış masal arketiplerinden ve evrensel ilkelerden sapmaz. MI6’in şefi M ‘kral’ Bond ise onun bir görev üstlenmiş şövalyesidir. Bond ‘sövalye’, Kötü Adam ise ‘ejderha’dır. Lady (Bond Kızı) ve Kötü Adam sırasıyla ‘güzel’ ve ‘canavar’dır. Bond, “Uyuyan Güzel”i uyandıran ‘prens’tir. Özgür Dünya ve SSCB ya da İngiltere ve Sakson olmayan ülkeler çiftleri, seçilmiş ve aşağı ırk, siyah ve beyaz, iyi ve kötü ilişkisini temsil ederler. Dünya Manici anlamda iyi ve kötü arasında ikiye bölünmüştür. Fleming’in antikomünistliği de anti Naziliği de popüler kavramları kullanırken egemen kanılara dayanır. Yoksa derinlikli bir siyasal, ideolojik bakışa değil. Faşist ya da ırkçı değil, bir siniktir. Ama yine de hali hazır figürlerden ve nüanstan yoksun karşıtlıklar içinde düşündüğünden faşist olarak da nitelendirilebilir. 

James Bond üzerine yazılabilecek kuşkusuz daha o kadar çok şey var ki… Sadece birinden söz etmeden geçemeyeceğim: Scott Murray’in “In Bed With Bond: Redux” adlı sensesofcinema.com’da çıkan makalesinden… Hep Bond’un kadınları tavladığını düşünürüz. Oysa ne kitaplarda ne de filmlerde Bond kadınlardan daha aktif. “Aslında” diyor Scott Murray, “Daha aktif olan kadınlardır”. Bond kızı sözüne de itiraz ediyor Murray ve kızların değil her zaman deneyimli kadınların söz konusu olduğunu ileri sürüyor. Murray, Eco’nun iddialarının çoğunu da çürütüyor bu çalışmasında. Ama bu da başka bir yazının konusu… 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com