TARİH: 19 Mart 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Handan İpekçi bir önceki filmi ‘Saklı Yüzler’ ile ‘namus cinayeti’ denilen namussuzluğu, erkek şiddetinin en kanlı yüzünü anlatmıştı. İpekçi’nin erkek şiddetine yeşil ışık yakan bir film yapmak istemiş olabileceğini düşünmek bile saçma. Ama ‘Çınar Ağacı’ tam da bunu yapmış. Herhalde bir şeyler kontrolden çıkmış ya da üzerine fazla düşünülmemiş bu film yapılırken.
Çınar Ağacı ‘Danielle Teyze’ (1990; Tatie Danielle) ile Yeşim Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu’ndan(2008) türemiş gibi duruyor. Sözünü ettiğim bu iki filmde de Tsilla Chelton’ın oynuyor oluşu bu benzerliği pekiştiriyor. Pandora’nın Kutusu’nda yaşlı, huysuz ve Alzheimer’li anneleriyle başa çıkmaya çalışan üç kardeşin hikâyesi anlatılıyordu. Kardeşlerin ikisi kadın, biri erkekti; bir de erkek torun vardı. Danielle Teyze’de ise yeğenlerinin yanına taşınan, son derece manipülatif ve son derece kötü huylu bir yaşlı kadın anlatılır. Bu yaşlı kadının tek arkadaşı müteveffa eşinin fotoğrafıdır.
Çınar Ağacı, ‘Pandora’daki aile modeline bir erkek kardeş daha eklemiş ve anneyi Danielle Teyze çizgisine yaklaştırmış. Pandora’daki doğaya ve uygarlık öncesine duyulan nostalji, bu filmde Mustafa Kemal’e ve cumhuriyet ideallerine duyulan nostaljiye dönüşmüş. (Bu anlamda Pandora’yla taban tabana zıt aslında). Danielle Teyze’nin kocasının fotoğrafının yerini ise Mustafa Kemal’in fotoğrafı almış. Çınar Ağacı’ndaki yaşlı teyzemizin adı Adviye (Celile Toyon); o bir eski öğretmen. Adviye Hanım’ın asıl kocası ortak atamız Mustafa Kemal’miş gibi duruyor filmde. Adviye Hanım, aşk mektupları yazışmış olduğu kocasını hemen hemen hiç anmıyor.
Adviye çocuklarından memnun değil. Onların evinde kaldığında bir sabotajcı gibi hareket ediyor. Çoluk çocuğun da yediği yemeklerin içine müshil ilacı atacak kadar şuursuzca davranıyor. Bütün bunlar bir sevimlilikmiş gibi sunuluyor filmde. Adviye Hanım pasif agresif bir Kemalist. Bunun simgesel anlamı sanırım tesadüfi. Adviye Hanım’ın damatlarından biri, bir tür müteahhit galiba. Karısını aldatan sevimsiz bir işadamı (Settar Tanrıöven) bu damat. Film boyunca olur olmaz şiddete başvurmayan tek kişi o olmasına karşın en sevimsiz gösterilen de o! Bir diğer damat ise şiddet eğilimini hiç kontrol edemeyen bir eczacı (Nejat İşler). Eczacı bey eşinden ayrı (Nurgül Yeşilçay). Dayak attığı karısı tarafından evden kovulmuş. Ama meğerse ilk vuran kadınmış! Eczacı bey tıpkı Av Mevsimi’ndeki Cem Yılmaz’ın karakteri gibi ayrıldığı eşine yaklaşan adamları dövüyor. Adam seviyor, ne yapsın yani! Peki film bu karaktere bir mesafe alıyor, eleştiriyor mu? Hayır, tam tersine! Adviye’nin bir oğlu sünepenin teki ama o da gün geliyor karısı ve ciks kızları karşısında masaya yumruğunu vuruyor! Diğer bir oğlan eski devrimci, o da kodu mu oturtan cinsten. Sağ kroşesi hazırda bekliyor ve bir keresinde bacanağının suratına da oturuyor. Adviye’nin sevgili oğlu olan bu eski devrimci, şimdinin müflis beyaz eşya tüccarı. Eski düşüncelerinden geriye bir şey kalmış mı belli değil ama film ona karşı çok hoşgörülü. O da karısını aldatmayı ihmal etmemiş bu arada.
Filmin mesajları her açıdan biraz karışık. Makbul meslekler öğretmenlik, hakimlik gibi devlet memuriyetleri ama ticaret de uğraşanın kimliğine göre iyi ya da kötü olabiliyor. Ah şu kapitalizm devlet kontrolünde olsa ve namuslu insanlar tarafından icra edilse, der gibi film.
Evi her an yakma ve insanların ölümüne sebebiyet verme tehlikesi bulunan Adviye Hanım’ın huzurevinde değil de, evde kalması da nedense iyi bir şeymiş gibi sunuluyor. Aldatan iş adamı hiçbir şeyin hesabını vermeden mutlu aile tablosuna dahil ediliyor vs.
Filmin asıl umudu ise Pandora’da olduğu gibi bir erkek çocuk (torun). İki film de ne varsa bir önceki ve bir sonraki kuşaklarda var, bugünkü kuşak harcandı der gibiler. Filmin son sahnesinde Barış adlı bu çocuğu (Sevgi Soysal ?), hep birlikte masada oturan aileden ayrı, tek başına salıncakta sallanırken görüyoruz. Hadi bakalım Barış, görelim seni ve kuşağını!