TARİH:  24 Eylül 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün

Çarşamba günü Adana Altın Koza’da iki film seyrettim . İlki Muzaffer Özdemir’in “Yurt” adlı filmiydi. Özdemir’in sinemada macerası kamuoyunun bildiği kadarıyla Nuri Bilge Ceylan’la birlikte başladı (yönetmenin daha önce çektiği kısa filmleri varmış). Özdemir “Uzak” fimiyle Cannes Film Festivali’nde rol arkadaşı Mehmet Emin Toprak’la birlikte en iyi erkek oyuncu seçilerek büyük bir başarı da elde etmişti. Özdemir’in adını sinemada daha sonra pek duyamadık (bir Belçikalı yönetmenin filminde oynamış). “Yurt” Özdemir’in ilk uzun metraj filmi. Tahmin edilebileceği gibi, Özdemir büyük ölçüde Ceylan sinemasından etkilenmiş. Sadece ondan değil, Semih Kaplanoğlu, Kierostami, Tarkovski gibi isimler de Özdemir’in öncülleri arasında sayılabilir. Film, kentli bir mimarın, ruhsal problemlerinin tedavisinin bir parçası olarak memleketi (yurdu) Gümüşhane’ye dönmesi ve burada yaşadığı kayıp hissiyle ilgili. Kaybolan, doğa, kültür, bir yaşam biçimi ve çocukluktur. HES’ler doğanın canına okumuş ve okumaya devam etmektedir. Neo-liberal kapitalizm doğayla sadece parasal bir ilişkiye izin vermektedir. Film bazen belgesel gibi bir havaya da bürünerek bu konuya eğiliyor. Öte yandan filmin kahramanı mimar Doğan (Kanbolat Görkem Aslan) kendi varoluşsal sorunlarıyla da boğuşuyor, kendisine ve hayata neden “bir bitki gibi basit ve sade yaşayamadığı”nı soruyor. Filmde daha sonra Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sında da karşılacağımız bir yuvarlanma sahnesi var. “Yurt” filminde yuvarlanan şey bir kaya parçası. Filmin söylediği şeylerden birinin de bu olduğunu düşünüyorum; yani hayat denilen şey yuvarlanıp gitmek, çaresizlik içinde belli bazı yasalar uyarınca sürüklenmekten ibarettir. “Yurt” ne yazık ki hedefini tam tutturamamış bir film. Kahramanının varoluşsal problemleri iyi işlenmemiş. Diyaloglar ve oyunculukta da aksamalar var. Belgeselle kurmaca arasındaki gidiş gelişler birbirlerine iyi yedirilmemiş. Ama bu bir ilk film ve umarız Özdemir yönetmenlik kariyerinde çok daha başarılı filmlere imza atar.

Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sını (BZA)Cannes’da kaçırmıştım ama filmin sadece fragmanına bakarak büyük bir ödül alacağını tahmin etmiştim. Tabii diğer filmlerin seviyesi de belliydi. Nitekim film ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödülü Dardenne kardeşlerin filmiyle paylaştı. Nuri Bilge Ceylan (NBC) müthiş bir sinema duygusuna sahip, inanılmaz yetenekli bir film yönetmeni. Böyle yönetmenler çok ender geliyorlar dünyaya. Bence BZA mesela Cannes’da Altın Palmiye alan Terence Mallick filmi “Hayat Ağacı”ndan çok daha üstün bir film. Filmi iki buçuk saat boyunca hiç sıkılmadan izledim. Çoğu zaman hayran kaldım. Ender olarak, diyalogları ya da oyunculuğu beğenmediğim oldu. Ama NBC sinemasıyla çok da sorunsuz bir ilişkim olduğunu söylemeyeceğim. BZA bana galiba en çok Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho’nun başyapıtı “Cinayet Günlüğü”nü hatırlattı (az biraz da Fincher’in “Zodiac”ını, Christi Puiu’nun “Aurora”sını ve Porumboiu’nun “Polis; sıfat”ını). “Cinayet Günlüğü” bir detektifin seri bir katili ararken yaşadıkları üzerinden bir Güney Kore tablosu çizer. BZA da bir cinayetten yola çıkarak benzer bir tablo çiziyor. Bu tablo bir banallik, bayağılık, işlevsizlik, sığlık, gülünçlük tablosudur. Bir nedensizlik ve manasızlık denizinde çırpınır durur insanlar. Dalından düşmüş bir elma gibi yerçekimine ve akıntıya kapılıp giderler, sağa sola çarpa çurpa. Neyi neden yaptıklarının çoğunlukla kendileri de farkında değildirler. Bir tür ilahi komedyanın kuklaları gibidirler. Daha bilinçli olanlar, mesafelerini korumaya çalışıp, acı ve acıma duyguları arasında izler olan biteni. Bu dünya bir erkekler dünyasıdır. Kadınlar ise kavganın katalizörü olurlar, bazen bir femme fatale rolüne de bürünerek. Kadınlar henüz ergen bir bakire oldukları çağlarında iken, erkek idealinin ve fantezisinin nesnesi olurlar ama kadına dönüştükleri anda, büyüdüklerinde yüksek ökçeleri, bitmeyen dırdırları ve akıl almaz intikam yöntemleriyle “bir miktar salak” erkeklerin dünyasını mahvedebilirler.

NBC bazen keşke saf bir komedi yapsa, varoluşsal sorunları bir kenara bıraksa dediğim oluyor. Çünkü, bu nedensizlik ve manasızlık temelli bakış açısı, insanda sonuç itibariyle ve beklenebileceği gibi bir manasızlık hissi bırakıyor. İnsanlık komedyasına filmin final sahnesindeki doktor gibi tepeden bakan varlıklar değiliz. Bu bakış empati yoksunu kesinlikle değil ama yine de bir yabancının bakışı. Halimize gülmek ve kızmak dışında, cesaretlendirilmek, aydınlatılmak da istiyoruz. Aydınlatılmak derken filmin cevaplar vermesinden söz etmiyorum. BZA bence düşündürücü bir soru da sormuyor. İnsanlık halini resmediyor ama bu halin analizinin yapılabileceğine de inanmıyor. BZA’dan çıktığımızda kendimizi sadece daha da iktidarsız, daha da zavallı hissedebiliriz. Biraz gülmüşüzdür ağlanacak halimize.
NBC iyi ki var. Bu kadar müthiş  bir sinema duygusuna sahip başka bir yönetmen insanın aklına hemen gelmiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com