Tarih: Nisan 1999
Gazete/Dergi: Roll
BLUR
13
(EMI / Kent)
Blur’de değişim sürüyor. Damon Albarn kendi sesini bulmaya, kabuğunu kırmaya çalışıyor. Bir zamanlar Blur’ün alamet-i farikası olan sinizm ve ironiden kurtulmaya çalışıyor. Ortaya her zaman oturmuş bir sound çıkmıyor. Bazen sanki kendi dediğini dinamitliyor, sanki bunu söyledim ama çok da emin değilim der gibi bir hali var. Bu emin olmama durumu sadece sanatçı kimliğinde değil, özel hayatında da sürüyor. “13” Damon’ın Justine Frischmann’dan (Elastica) sekiz yıl süren bir beraberliğin ardından ayrılışının da belgesi. Ruh halindeki karmaşa şarkılarda da var. Bir röportajda Damon Albarn’ın dediği gibi, “şarkılarda kan izleri var” (“there’s blood on the tracks”).
“13” Blur’ün altıncı albümü. Albümün ismi kayıtların yapıldığı stüdyonun kapı numarasından geliyormuş ama aynı zamanda albümdeki şarkıların sayısı da 13. Bu albümle Blur ilk kez değişik bir prodüktörle çalışmış. Stephen Street’in yerini William Orbit almış. Orbit techno dünyasından bir isim ve en çok da Madonna’nın “Ray of Light” adlı albümündeki işiyle tanınıyor. Blur’ün dikkatini çekmesini ise bir Blur şarkısına yaptığı remix’e borçlu. “13”ü basitçe nitelendirmek kolay değil. Bir önceki albümleri “Blur”le girdikleri art-rock ve noise kulvarında çok daha ileri gitmişler. Karmaşa ve uyum, ne yaptığını bilmek ve kaybolmuşluk bir arada. Çok dinlemek gerekiyor ve dinledikçe her seferinde farklı fikirlere varmak da mümkün.
Albümü açan “Tender” Blur’ün bir önceki albümü “Blur”ün açılışını yapan “Beetlebum”la ortak bir noktaya sahip; o da iki parçanın da albümlerin geneliyle alakasız olması. “Tender” Blur’ün geçmişiyle de alakasız bir şarkı: Gospelkorosu eşliğinde söylenen bir mantra. “Hadi, atlat bunları artık” diye giden nakaratta Albarn doğrudan kendisine sesleniyor ve aşka imanını tazelemeye çalışıyor: “Aşk sahip olduğumuz en yüce şeydir”. Ama bu yabancı sahada oynama durumu -hem müzikal form hem de şarkı sözleri bakımından bir şekilde kendisini hissettiriyor. Belki kafanızda bir Blur imajı yoksa böyle bir hisse kapılmayabilirsiniz. Sanki bir de bu oyundan oynayalım demiş gibiler. “Love’s the greatest thing that we have” dizesinde Damon Albarn İngilizce dil dersi verir gibi tınlıyor (sound ediyor dememek için ısınamadığım bu sözcüğü kullanıyorum. Kötü tınlamadan dolayı özür dilerim).
“Tender”, “Coffee & TV” ve “No Distance Left To Run”la birlikte, albümün “kararlı” birkaç şarkısından biri. “Coffe & TV” Graham Coxon”ın yazıp söylediği tek parça. Sonlarına doğru distorte bir gitar girse de, oldukça düz ve akustik ortalama bir şarkı. “No Distance Left To Run” Damon Albarn’ın bütün savunma ve ayrılık acısını tüm yoğunluğuyla yansıttığı sıradışı ve etkileyici bir şarkı. Albüm kapağına “Damon çıplak. İlk kez bu albümde!” de yazabilirlerdi. Baterinin cazi havası da Blur için bir yenilik. Ve sonra kaos… Şöyle ya da böyle. Mesela “Bugman”. Cayır cayır ve cazır cuzur bir gitar, “Kente gidiyorum / Böceklerden uzak durmak için” gibi sözler, biter gibi yapıp yeniden başlamalar, panki başlayıp psikedelik final. Bowie’nin “Suffragate City”sine de çok benziyor “Bugman”. Bowie etkisi “1992″adlı şarkıda da görülebilir. Zaten bu sürekli değişim çabası başlıbaşına “Bowie”lik değil mi? “1992” bu arada Justine’le Damon’ın birlikte olmaya başladıkları yılmış. Konu yine ayrılık. “Trailerpark”ta olduğu gibi: “Sevgilimi Rolling Stones’a kaptırdım”. Bu şarkının başında da The Fall’ın solisti Mark E. Smith’i duyar gibi oluyoruz. “Mellow Song”un Beck’e benzerliği sadece Beck’in de “Mellow Gold” adlı bir albümü olmasıyla sınırlı değil. Ama benzerlik bu albümden çok “Mutations” dönemi Beck’e.
Albümün en iyi şarkılarından “Caramel” prog-rock tarzda bir parça. Ama nedense parçanın sonunda önce bir lunaparka uğruyoruz, sonra bir arabanın motoru çalışıyor, sonra bambaşka havada bir melodiyle gerçek sona ulaşıyoruz. Niye, neden? Neden bu gereksiz uzatmalar?
Benzerlikler, şarkı sözleri, şunlar bunlar… Sonuçta “13” karanlık, oldukça gürültülü, yoğun bir albüm. İyi bir albüm ama fazla uzun. Tek tek şarkılar da fazla uzun, gereksiz şarkılar da var, “B.L.U.R.E.M.I” gibi. Kendine güvensizliğini yansıtması, beklentilerin tersine gitmesi ve yeni çıkış yolları araması açısından cesur bir albüm. Bir sonraki albümleri “Mutations” gibi olursa şaşırmamalı. Ama Blur bu, ne yapacağı belli olmaz. Belki de eski Brit-popgünlerine dönerler. Kapanıştaki enstrümantal “Optigan 1”daki yine o panayır müziği havası belki de bunun göstergesi.