TARİH: 28 Ekim 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün
Propaganda mı, eğlence mi?
Orijinal adı: The Legend of Zorro Yönetmen: Martin Campbell Oyuncular: Antonio Banderas, Catherine Zeta-Jones, Giovanna Zacarías, Raúl Méndez Türü: Aksiyon-Dram-Macera-Western Ülke: ABD
” Zorro Efsanesi” tam bir ideolojik propaganda filmi; devlet memuru sanatçılar tarafından değil özel sektör tarafından yapılmış olması bu gerçeğin üzerini örtse de, bu böyle. Film Kaliforniya’nın ABD’ye katılımının oylandığı bir referandumla başlıyor. Yoksul Hispanikler kendilerine ikinci sınıf insan muamelesi yapacak olan beyazlar tarafından yönetilmek için oylarını katılımdan yana kullanıyorlar. Ama “özgürlük” karşısında elbette kötü adamlar bulacaktır ve kurtarılmak için Zorro (Antonio Banderas) gibi bir kahramana ihtiyaç duyacaktır. Kaliforniyalıların bugün de başlarına Arnold Schwarzenegger gibi sağcı bir Hollywood kahramanını vali olarak seçtikleri düşünülürse, Zorro’nun bir anlamda gerçekçi olduğu düşünülebilir.
Zorro’nun kahramanlıklarından hoşlanmayan sadece kötüler değildir, karısı Elena (Catherine Zeta-Jones) da Zorro’dan artık sorumlu bir aile babası olmasını beklemektedir. Ama Zorro kendisini bekleyen görevlere sırtını dönecek değildir ve ikili bu gerilim sonucunda ayrılır. Ayrılığı hazmedemeyen Zorro ve atı (“Cat Ballou” filmindeki atı taklit ederek) içip içip dağıtmaya başlar. Devreye 11 Eylül sonrasının vazgeçilmez kötü adamı Fransız (bakınız “Sahara”, “Ocean’s 12” vb.), bir aristokrat olarak girer. Fransız Armand (Rufus Sewell) kitle imha silahı (yaşadığı dönemin teknolojisi el verdiği ölçüde) üretmek peşindedir, amacı da Amerika’yı bölmektir! Çünkü Armand son yıllarda Dan Brown’ın popülerleştirdiği Templar Şövalyeleri tarzı bir tarikatın liderlerindendir ve ABD’nin yeni bir güç olarak yükselmesi tarikatın güçlü olduğu Avrupa’yı zayıflatacaktır. İşin kötüsü Zorro’nun karısı Elena da Fransız’a gönlünü kaptırmış gibidir. Zenginliğine ve “Don” unvanına rağmen Bush gibi “sıradan insanı” temsil ettiğini iddia eden ve baş destekçisi kilise olan Zorro elbette duruma müdahil olacaktır. Tabii ki özgürlükler ülkesi ABD ve aile kurtulacak ve Fransız’a haddi bildirilecektir. Kapitalizmin en büyük başarısı belki de bu: propagandayı eğlence gibi gösterebilmek. Zorro da tamamen ABD’nin Irak’ta ve Birleşmiş Milletler’de yaşadıklarıyla ilgili resmi görüşünü yansıtan, Bush’un ve genelde kapitalizmin ideolojisini yani din ve aileyi yücelten bir film.
“Zorro Efsanesi” eğlence gibi görünme dışında eğlendiriyor mu diye soracak olursanız ne yazık ki film bu iddiasını yerine getiremiyor. Ne kavga dövüşünde, ne kahramanların romansında keyifli bir şey var. Üstelik iki saati aşan süresiyle çok da uzun.
Geleceğe yapılan yatırım
Filmin bir de geleceğe yatırım yapan unsuru var, o da Zarro’nun oğlu Joaquin (Adrian Alonso). Sevimsiz çocuklara önemli roller vermenin sadece bizim sinemamıza özgü olmadığını kanıtlaması açısından kayda değer bir durum Alonso’nun filmdeki varlığı. Ayrıca Banderas ve Zeta-Jones’un, Zorro serisinin yapım hızı düşünülürse (ilk filmle ikincisi arasındaki süre 7 yıl). üçüncü bir Zorro’da oynama ihtimalleri az. Bu da yeni kuşak Zorro’ya ihtiyaç duyulacağı anlamına geliyor. Doğrusu bunda da yarar var çünkü Banderas’la Zeta Jones arasındaki kimya ilk filme göre çok azalmış durumda. Gerçi ilk filmde aşıklarken bu bölümde evli çift olmaları zaten aşktaki azalmayı yeterince açıklıyor.
Bir dip not olarak da şunu eklemek isterim: Stephen Kinzer geçenlerde Açık Radyo’da ABD’nin düzenlediği darbeleri konu alan kitabından söz ediyordu. Bu darbelerden en ilginci de Hawaii’nin ABD’ye katılımını sağlayan darbeydi. Hawaii bağımsız bir krallıkken şeker plantasyonu sahibi beyazlar ABD’ye rahat ihracat yapabilmek için iktidara el koyduklarını açıklıyor ve derhal zaten limanda bekleyen ABD donanmasını yardıma çağırıyordu. Ve sonuçta Hawaii ABD’nin bir eyaletine dönüşüyordu. Bu bilgi insanın kafasında olunca Kaliforniya’nın ABD’ye katılımının “Zorro Efsanesi” filmindeki gibi yaşandığına inanmak çok ama çok zor oluyor.