TARİH: Ocak 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
Polis terörüne karşı bir anne
‘Sahtekâr’dan iyi bir film izledim galiba duygusuyla çıkıyorsunuz ama bir şeyler de rahatsız ediyor. Kapitalizmin yaşadığı en büyük krizin, 1929 Büyük Bunalımı’nın bir yıl öncesinde başlıyor film. Ama bu bunalıma dair hiçbir şey görmüyoruz filmin yıllara yayılan akışı içinde. Yani bugün yaşadığımız krize bir gönderme aramak ya da filmde yaşananları sosyo-ekonomik bir çerçeveye oturtmak mümkün değil. Genç ve dul Christine (Angelina Jolie) oğluyla yaşayan ve telefon santralında çalışan bir kadıncağız. Bir gün işten geldiğinde 9 yaşındaki oğlu Walter’ı evde bulamıyor. Dönemin Los Angeles polisinin dibine kadar yozluğa ve şiddete bulaştığını ise film bize insancıl bir rahip aracılığıyla söylüyor. Kamuoyu önünde bir başarıya ihtiyaç duyan polis, Walter’a benzeyen ama o olmayan bir çocukla Christine’in karşısına çıkıyor. Christine’in bu benim çocuğum değil iddiaları, her türlü yöntemle ki buna bilim adamlarının teorileri de dâhil, bastırılıyor. Akıl hastanelerinde Christine’e işkence ediliyor. Ama bu sıralarda 20 çocuğu öldürmüş bir seri katil yakalanıyor…
FİLM NİÇİN İYİ?
‘Sahtekâr’ın temel sorunu soyut bir iyiler-kötüler hikâyesi anlatmasında. Filmdeki sahte çocuk Walter bile ki kendisi aslında gariban, kandırılmış ve polis tarafından terörize edilmiş bir çocuk olmaktan başka özelliğe sahip değil, sadece annenin perspektifinden ve içine şeytan girmiş bir yaratık gibi gösteriliyor. Keza iyi rahibi de bir yere oturtmak mümkün değil. Seri katili anlamak için hiçbir çaba harcamayan film, onun idamını gösterirken de sonuçta net bir idam karşıtı mesaj vermiş olmuyor. Peki niye “iyi bir film izlemişlik” duygusuyla çıkıyoruz? Oyuncular rollerinin sınırları içinde iyiler, dekorlar, kostümler iyi, ayrıca iğrenç bir polis baskısına karşı çıkan bir film seyretmişiz, ondan.