TARİH: 23 Nisan 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
Eğitim şart!
‘Okuyucu’, Michael adlı yeniyetme bir delikanlıyla Hanna adlı orta yaşlı bir kadının 1958’de başlayan
ve kesintilerle 1980’lere uzanan hikâyesini anlatıyor
“Ne olacak bu memleketin hali?” başlıklı tartışmalarımız istem dışı bir şekilde ‘eğitim şart’ sonucuna ulaşınca, üzerimize bir karamsarlık çöker. Kim kimi nasıl eğitecektir? Eğitmenleri kim eğitecektir? Hayatın karşı eğitimine, Almodovar’ın adını koyduğu biçimiyle ‘kötü eğitime’ nasıl karşı konulacaktır? Hayata dair bütün söyleyeceğimiz bu mudur yani?
Almanya’da Nazizm neden yaşandı? Naziler cahil insanlar mıydı? Almanya cahil bir ülke miydi? Hegel, Marx, Engels, Goethe ve daha kimler kimler… Bu isimleri çıkarmış bir ülkeden söz ediyoruz. Hitler sanatçı olmayı düşleyen, resim yapan, akademi sınavını kazansa belki de farklı bir kariyer izleyecek biriydi.
Yazıoğlu’na onca yüceltici yazıyı yazan gazeteciler, onu yere göğe koyamayan cumhurbaşkanı, milletvekilleri ve bakanlar ; 12 Eylül’e hem teorik hem pratik anlamda hizmet veren Turgut Özal; Taraf gazetesinin Özal, 24 Ocak kararları ve 12 Eylül arasında bağ kurmayı beceremeyen saygın yazarları cahil miler? Şili’nin kanlı diktatörü Pinochet’ye danışmanlık hizmeti veren Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman ve öğrencileri cahil miydiler?
Evet, çok uzattım biliyorum. Bu cehalet meselesi ‘Okuyucu’nun kalbinde yer alan bir mevzu. Okuyucu, Michael adlı yeniyetme bir delikanlıyla Hanna adlı orta yaşlı bir kadının 1958’de başlayan ve kesintilerle 1980’lere uzanan hikayesini anlatıyor. Bir tramvay’da kondüktörlük yapan kadın, delikanlıyla yatağını sadece seks için paylaşmıyor: Sevişmeden önce illa oğlandan kendisine kitap okumasını da istiyor.
Sonradan kadının Auschwitz’de gardiyanlık yaptığını ve Yahudi tutsakları ölüme gönderdiğini öğreniyoruz. Kadının utançla sakladığı bir sırrı da açığa çıkıyor. Hanna okur yazar değildir ve sırrının öğrenilmesindense daha ağır bir ceza çekmeye hazırdır. Hapishaneyi bir okul yapar kendine kadın ve öğrenir, öğrendikçe suçunun bilincine varır ve kefaretini ödemeye çalışır vs….
Bernhard Schlink’in aynı adlı romanını okuduğumda çok beğenmiştim ama filmden zerre kadar etkilenmedim. Filmin son derece konvansiyonel anlatımını ve ruhsuzluğunu fena halde sıkıcı buldum. Romanda heyecan duyduğum erotizmin zerresi yoktu filmde. Kitapta inandırıcı bulduğum her şey filmde zorlama ve yapay geldi. Ben değiştim belki de. Ama filmde ‘Düşüş’, ‘Kara Kitap’ ve ‘Operasyon Valkyrie’de olduğu gibi yine Nazileri insanileştirme yönünde bir çaba gördüm. Özellikle Hanna’nın ‘masumiyeti’ karşısında onu yargılayanların acımasızlığı ve anlayışsızlığının gözümüze sokulduğu dava bölümleri rahatsız ediciydi. Film finalinde yaşlı Michael’le toplama kampından kurtulan bir kadının konuşmasına yer vererek bu tip eleştirileri bertaraf etmeye çalışmış ama bu sahne yapıştırma gibi kalmış. Hanna okur yazar olsaydı yaptıklarını yapmayabilirdi der gibi film. Ama dediğim gibi bu tek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Filmin finalindeki Yahudi kadın “Yahudilerin okur yazarlık gibi bir sorunu yoktur” diyor. İsrail’in 50 yıldır Filistinlilere reva gördüğü Nazilerden aşağı kalmayan uygulamalar ve bu uygulamaların yine okur yazarlık sorununu büyük ölçüde çözmüş Batı tarafından onaylanması meselenin başka tür bir bilinçle ilgili olduğunu kanıtlıyor. Ona sınıf bilinci deniliyor galiba.