CÜNEYT CEBENOYAN
Ricky
Ozon gerçekçi bölümleriyle etkileyici, fantastik bölümleriyle kafa karıştırıcı bir film yapmış. Ama Ozon’u seviyorsanız, böyle filmler yaptığı için seviyorsunuzdur zaten
Francois Ozon, Fransız sinemasının önde gelen yönetmenlerinden biri sayılıyor. Ozon, filmlerini heyecanla beklediğim yönetmenlerden biri olmadı benim için. Keyifle izlediğim, beğendiğim bölümleri oldu filmlerinin ama bir bütün olarak kalıcı bir etki bırakmadılar. Aynı durum ‘Ricky’ için de geçerli. Merakla ve ilgiyle izlediğim, ‘Ricky’ sona erdiğinde, filmi nereye koyacağımı, yönetmenin bana ne söylemek istediğini bilemedim.
Filmin çok da sır olmayan bir sürprizi var. Sır değil çünkü filmle ilgili fotoğraflarda ya da filmin fragmanında bu sır açığa çıkıyor. Dolayısıyla bu sırdan yazıda söz edeceğim. Ama benim bu sırdan haberim yok diyorsanız, yazıyı okumayı filmi seyrettikten sonraya saklayın.
AŞKIN PARANOYALARI
Zehirli maddelerle çalışılan bir fabrikadayız. Katie, 7-8 yaşlarındaki kızı Lisa’yla yaşayan dul bir işçi kadın. Fabrikada çalışmaya başlayan İspanyol göçmen işçi Paco’yla tanışıyor ve tanışır tanışmaz da, fabrika tuvaletinde yemek molasını uzatarak bu çekici İspanyolla sevişiyor. Çift birlikte yaşamaya başlıyor, tabii Katie’nin kızı da onlarla birlikte. Katie’nin hamilelik dönemini atlıyor film ve doğrudan çiftin bebekleri Ricky’nin aileye katılışına geçiyoruz. Her bebeğin doğuşu, aile ya da çift için hayatlarında önemli bir dramatik değişime işaret eder. Paco, artık Katie’nin kendisiyle yeterince ilgilenmediğinden şikayetçi olmaya başlıyor.
Oğlu Ricky’yle, Katie’nin sevgisi için rekabete giriyor. Bu gerilim kendisini evde hissettirirken Katie’nin çalıştığı bir gün Paco, Ricky ile yalnız kalıyor. Paco elinden geldiğince Ricky’ye düzgün babalık ediyor. Fakat, Katie eve geldiğinde Ricky’nin sırtında iki büyük morluk görüyor ve Paco’nun, Ricky’ye şiddet uyguladığını düşünüyor. Paco bu suçlamaya katlanamayıp, evi ve şehri terk ediyor. Derken morlukların sırrı ortaya çıkmaya başlıyor: Ricky’nin, morlukların olduğu bölgeden, kanatları çıkıyor!
Katie, Ricky’nin kanatlarını uzun süre herkesten gizliyor ama sonra bir süpermarket alışverişi sırasında Ricky bağlarından kurtulup uçuveriyor. Tabii herkes ve medya durumu öğreniyor. Katie’nin işçiler için inşa edilmiş sosyal konutlardaki evi, medya kuşatması altına giriyor. Paco durumu öğrenince geri geliyor. Paco suçsuzluğunun kanıtlanmasından memnun ama bu kez başka bir kuşku Katie’yi kemirmeye başlıyor: Paco, Ricky’nin durumundan çıkar sağlamak için mi geri döndü acaba? Yine de çift, Paco’nun önerisi üzerine Ricky’nin hikâyesini para karşılığı bir medya kuruluşuna satıyorlar. Fakat Ricky medya karşısına çıktığında uçup gidiveriyor. Bu kez Ricky’nin kaybıyla baş etmeye çalışıyor aile. Öldü sanılan Ricky, Katie’ye aylar sonra büyüyüp serpilmiş olarak bir kez daha görünüyor ve bu olayın ardından aile bir anlamda huzura kavuşuyor.
KURTULUŞ İÇİN MUCİZE Mİ GEREKİYOR?
Film, oldukça başarılı bir işçi sınıfı ailesi ya da yaşamı tasvir ediyor. Bir çocuğun katılımıyla yaşanan travma çok başarılı veriliyor. Sıradan bir motorsiklet yolculuğunda bile, işçi sınıfının güvencesizliği hissettiriliyor. Sıradan bir işçinin yaşamı, zaten tehlikelerle dolu. İş yerinde de maskeler takarak zehirli maddelerden korunmaya çalışıyorlar. Buraya kadar bir Ken Loach ya da,  Dardenne kardeşler filminde olduğunuzu sanabilirsiniz. Fakat kanatlı bebek Ricky’yi ne yapacağız nereye koyacağız? Film, küçük Lisa’nın perspektifinden mi anlatılıyor? Onun fantezisi mi gördüklerimiz? Ricky ölüyor mu? Kanatlanma onun ölümünün simgesi mi ve film oğul kaybıyla baş etmenin hikâyesi mi? Yoksa Ozon, pek ihtimal vermesem de, işçi sınıfı bir gün kanatlanacak, dizginlerinden kurtulup havalanacak mı diyor? Ya da işçi sınıfının ekonomik kurtuluşu için mucizelerden medet umulmaması gerektiğini, önemli olanın dayanışma olduğunu (aile içiyle sınırlı bile olsa) mu söylüyor? Böyle politik mesajlar doğrusu Ozon’dan pek de beklenebilecek şeyler değil.
Cevabı her ne ise, Ozon gerçekçi bölümleriyle etkileyici, fantastik bölümleriyle kafa karıştırıcı bir film yapmış. Ama Ozon’u seviyorsanız, böyle filmler yaptığı için seviyorsunuzdur zaten.

11’e 10 Kala
Zamanı saklayan adam
“11’e 10 Kala”yı seyredeli 6 ay kadar oldu. İstanbul Film Festivali’ndeki bu gösteriminden sonra yönetmen Pelin Esmer filmi kısalttı. Ben filmin bu son halini göremedim. Dolayısıyla film hakkında hem seyretmemden çok süre geçtiği için, hem de film değiştiği için bir yorumda bulunmam doğru olmayacak. Bu yorumu filmin son halini gördükten sonraya bırakıp, filmin sitesindeki sinopsisini buraya alıyorum:
“Emniyet Apartmanı’nın dördüncü katında yaşayan Mithat Bey, yıllardır biriktirdiği, evinde kendisine sadece küçük bir yaşam alanı bırakan koleksiyonlarını o güne kadar karşısına çıkan her türlü tehdite karşı korumayı başarmıştır. Koleksiyonunun devamlılığını bozmamak için aradığı herhangi bir parça onu İstanbul’un her köşesine götürebilir. Mithat Bey için İstanbul onun koleksiyonu kadar sınırsızdır.
DÜN, ŞU AN VE YARIN
Ali için İstanbul, Emniyet Apartmanı ve çevresiyle sınırlıdır. Köyünden İstanbul’a geldiğinde apartmana kapıcı olarak giren Ali, kızı kapıcı dairesindeki rutubetten astıma yakalanınca, daha iyi koşullar sağlayana kadar bir süre önce ailesini köye geri yollamıştır. Apartmanın diğer sakinleri deprem endişesi ve daha değerli bir eve sahip olma isteğiyle binayı yıkıp yeniden inşaa etmeyi tercih edince, Mithat Bey’in koleksiyonları uğruna verdiği savaşların en zorlusu başlar. Bina yıkılırsa Mithat Bey koleksiyonlarını kaybedecektir, Ali de hem evini, hem işini. Artık apartman, yalnız yaşayan bu iki adamın ortak kaderidir. Koleksiyonun devamlılığı için başlayan ilişkileri, Mithat Bey’in Ali’ye İstanbul’u devretmesiyle farklı bir boyuta geçer, birbirlerinin kaderlerini farketmeden değiştirdikleri bir noktada biter.”
Pelin Esmer’in film hakkındaki yorumu ise şöyle:
“11’e 10 Kala”ya, ‘dün’, ‘şu an’ ve ‘yarın’ı birbirine sıkı sıkı bir iple bağlayıp, yaşamının her anını koleksiyonuna eklediği bir objeyle dondurup o ipe dizen ve onun üzerinde usta bir cambaz gibi yürümeye devam eden müthiş bir koleksiyoncuyu anlama arzusuyla başladım. İstanbul’un hayatın içindeki çelişkilere olan toleransına sığınıp, birbirinden sınıfları, yaşamları, hayalleri ve gerçekleriyle çok farklı iki yalnız adamın, 83 yaşındaki koleksiyoncu Mithat Bey’le kapıcısı Ali’nin, birbirlerinin yaşamlarına hesapsızca müdahalelerini anlatırken, bir baktım kaybederken kazanan, kazanırken yenilen, biterken başlayan yaşamlarında bu iki adamın birbirlerine sunabilecekleri yine İstanbul’du.”
Adana ve İstanbul’dan ödüllerle dönen 11’e 10 Kala’ya şu sıralarda yarışmakta olduğu San sebastian Film Festivali’nde başarılar diliyoruz.