TARİH: 5 Haziran 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Ölümcül Takip, Yaşamaya Değer; Cennet Batıda
Bu hafta üç görece iyi film daha var vizyona giren.
‘Ölümcül Takip’ bir Güney Kore filmi. Baştan aşağı çürümüş bir toplumun karanlık bir tablosunu çiziyor film. Filmin iyi adamı yolsuzluklara bulaştığı için polislikten ihraç edilmiş ve pezevenklik yapan biri, varın gerisini siz hesap edin. Polislikten ihraç edilmemiş olanların hali ise daha vahim ve zaten onlar da daha temiz oldukları için meslekte kalmış değiller. Sadece piyango, filmin kahramanına çıkmış. İşte bu pezevenk bir gün hasta bir ‘sermayesini’, işe çıkmaya zorlar. Kadıncağız küçük kızını evde yalnız bırakıp müşteriyle buluşur. Ama müşteri bir seri katildir. İnsanın bir mala indirgendiği, alınıp satıldığı bir düzende, en iyilerin bile çok kötü olduğu bu dünyada işler nasıl yürür, etkileyici bir şekilde gösteriyor ‘Ölümcül Takip’. Ken Loach’ın dediği gibi: İşte özgür dünya!
‘Yaşamaya Değer’ Paris’te burjuva annesi ve babasının yanında mutsuz bir hayat süren 11 yaşındaki Paloma ile apartman görevlisi Renee ve Japon komşuları Ozu’nun hikâyesini anlatıyor. Paloma intihar hayalleri kurarken bir yandan da gördüğü her şeyi filme çekiyor. Renee, kapıcı kılığında gizli bir entelektüel hayat sürüyor. Renee, kedisine Leo adını verecek kadar Tolstoy hayranı (Tolstoy yılı galiba bu yıl). Ozu ise, büyük Japon yönetmen Ozu’yla akraba olmasa da onun kadar incelikli ve insancıl bir adam. Yaşadığı apartmanın kapıcısıyla duygusal bir ilişkiye girebilecek kadar sınıf farklarının ötesini, insanın yüreğini görebilen biri Ozu. Yalnız bu tip filmlerde benim canımı sıkan bir şey var ki bu filmde de aynısı var. Anthony Minghella’nın vasiyet filmi ‘Hırsız’da (Breaking and Entering) böyle bir şey vardı. Varlıklı sınıftan olan erkek, yoksul sınıftan insanların da birçok değere sahip olduklarını fark eder. Ama bu filmlerde zenginle yoksul arasında kültürel bir fark yoktur. Zengin adam Ozu filmleri seyredip, Tolstoy okuyorsa, yoksul kadın da aynı şeyleri yapıyordur. Yoksullar ancak entelektüellerse sevilebilirler aslında. ‘Hırsız’da da durum böyleydi. Peki kapıcı kadınlar gizli birer entelektüel değilse ya da ‘Hırsız’da olduğu gibi Doğu Avrupalı göçmen piyano çalmıyorsa ne olacak? Aslında gerçek hayatta ne oluyorsa o olacak. Bay Ozu kendi sınıfından bir kadın bulacak! Yine de ‘Yaşamaya Değer’in kurduğu fantezi dünyası hoş.
‘Cennet Batıda’ ise unutulmaz politik filmlere imza atmış Costa Gavras’ın imzasını taşıyor. Film kendisini izletse de hiç akılda kalıcı bir yanı yok. Açıkçası Gavras’ın ne söylemek istediğini de çok anlamış değilim. Hangi ülkenin vatandaşı olmayan bir yasadışı mültecinin hikâyesini anlatıyor film? Polisin baskınına uğrayan kaçak göçmen gemisinden denize atlayarak kaçıyor filmin genç erkek kahramanı. Kapağı Paris’e atıncaya dek, birçok Avrupa ülkesinden geçiyor, bir takım maceralar yaşıyor. Ama ne bu maceralarda bir derinlik var ne de filmin belirsiz finalinde. Hayır, baştaki sözümü geri alıyorum. ‘Görece iyi bir film’ değil, sadece seyredilebilen bir film ‘Cennet Batıda’.