TARİH: 13 Kasım 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Demiryollarında tenkisat dönemi… Tecrübeli işçiler işten çıkarılıyor, yerlerine daha ucuza çalışan genç işçiler işe alınıyor. Tabii tren kazaları birbiri ardına gelmeye başlıyor. Sözünü ettiğim ülke Türkiye değil, ABD. Ama zaten fark etmiyor, neo-liberalizmin insanlığa saldırısı bütün dünyada benzer yöntemleri kullandı. İnsan hayatı hiçe sayıldı ama kârlar tavan yaptı.
“Durdurulamaz” bu işçi haklarının yıkıma uğratıldığı dönemde gerçekleşmiş bir kazanın hikâyesini anlatmış. Öykü şöyle. Sorumluluk duygusu pek gelişmemiş bir işçi, hareket halindeki trenini makas değiştirmek için terk eder. Biraz da fazla kilolu da olduğu için, hızlanan treni bir şekilde kaçırır. Trende başka kimse yoktur ve trenin hava frenleri (ne demekse) bağlı değildir. Tren hızlanmaya devam eder. Sonradan trenin bazı vagonlarında yanıcı ve zehirli maddeler olduğu da ortaya çıkar. Kimsenin kontrol etmediği koca bir tren raylardadır. Bir çocuk grubu ise o gün trenler hakkında bilgi almak için ziyarete gelmektedir. Öte yandan yeni bir lokomotif görevlisi (“Will”- Chris Pine) o gün işe başlamıştır. Eski kuşak demiryolcular, Will’in, sendikadaki akrabaları sayesinde bu göreve geldiğini düşünmektedirler. Yeni demiryolcu Will’le, işten çıkarılma emri gelmiş ve birkaç hafta zamanı kalmış tecrübeli bir demiryolcu (“Frank”- Denzel Washington) o gün birlikte bir yük trenini transfer edeceklerdir.
CİNSELLİK SERVİSİ
Frank’in de Will’in de ailevi sorunları vardır. Frank, kıskanç davranmış ve karısının bir arkadaşını tehdit etmiştir. Bu yüzden evine belli bir mesafeden fazla yaklaşması yasaklanmıştır. Frank ise kızını, doğum gününü unutarak küstürmüştür. Frank’in yetişkin kızları, seksi giysiler içinde garsonluk yaparak üniversitede okuyacak para biriktirmeye çalışmaktadırlar. İşçi sınıfından bir genç kadın olmak böyle bir şeydir; emeğin yanında cinselliğin de servis edilmesi gerekebilir.
Bu arada başıboş tren hızla yerleşim bölgelerine doğru yoluna devam etmektedir ve büyük bir ihtimalle de böyle bir noktada kendiliğinden raydan çıkacak ve birçok insanın ölümüne neden olacaktır. Makul olan şey treni boş bir araziden geçerken raydan çıkarmaktır. Ama şirketin sahibi ve onun emrindekiler (CEO’lar filan) koca treni havaya uçurmanın büyük maliyetinden kaçmak için önce birkaç insan hayatını riske atmayı tercih ederler. Will ve Frank’in treni ise, başıboş trenle aynı güzergah üzerindedir…
ÜÇ AHLAK ŞEKLİ
Filmde üç ahlaktan söz etmek mümkün. Biri işçi sınıf ahlakı, diğeri kapitalist (burjuva) ahlakı ve bir de filmin yönetmeni Tony Scott’un ahlakı. Tabii yönetmenin ahlakı, yapım şirketinden filan bağımsız değil. Burada insani olarak en yüksek notu alan işçi sınıfı ahlakı oluyor. Frank ve Will hayatlarını tehlikeye atıyorlar ve bunu para için yapmıyorlar. Demiryolu şirketi sahipleri ve yöneticileri ise para kaybetmemek için insanların ölümüne neden oluyorlar ve daha başkalarının hayatını riske atıyorlar. Ve bunları yaparken bir yandan da golf oynamayı sürdürüyorlar. Ve bir de bize bütün bu hikayeyi anlatan film var. Hikaye işçi sınıfını yüceltiyor gibiyse de iyi niyetli olduğunu söylemek zor. Filmin hiç de sistemi sorgulatmak falan gibi bir derdi yok. Başından sonuna kadar seyircisini ses ve görüntü efektleriyle manipüle ederek oyalamak başlıca gayesi filmin. Kazanın sorumluluğu zaten tek bir işçinin omzuna çöküyor ve o da cezasını buluyor. Yoksa olayın aynı dönemde oluşan birçok kazayla ve işten çıkarmalarla ortak bir yönü yok. Hatta işe yeni giren çaylak, kahramana dönüşüyor. Eski-yeni kuşak işçi sınıfı kardeşliği diye de okuyabiliriz bunu, popülizm diye de, uyutmaca diye de. Demiryollarının sahipleri niye bu kafasız, duyarsız, beceriksiz burjuva sınıfı da onu hem üreten hem de yok olmaktan kurtaran işçi sınıfı diye sormuyor “Durdurulamaz”. Ama popülist duyguları kaşıyor ve sonuçta birkaç çürük yumurta barındırsa da, dayanışma içinde yekvücut olmuş bir toplum tasavvuru sunuyor. Tanrı Amerika’yı kutsasın!