TARİH: 2 Şubat 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün
ÖLMEK üzereyken bir peri gelip de “Ömrünün geri kalanında ne yapmak istersin? Dile ve olmuş bil” dese… “Şimdi ya da Asla” böyle bir fikirden yola çıkıyor. İki çok farklı adam, hastanede aynı odada kalıyorlar. İkisi de kanser hastası ve ikisinin de en fazla bir yıl ömrü kalmış. Biri çok zengin, hatta kaldıkları hastane de ona ait. Diğeri Amerika standartlarında orta-alt sınıftan bir araba tamircisi ama yoksul da denemez. Zengin olanı yani Edward (Jack Nicholson) burjuva diktatoryası lafının sağlaması gibi, insan ilişkilerinde son derece sevimsiz bir ceberut. Dilek perisi rolü de bu zorbaya düşüyor çünkü her şeyin kilidini para açıyor sonuçta. Zaten zorbaya zorbalık yapma hakkını veren de parası.
Tamirci olanı yani Carter’ın (Morgan Freeman) bazı dileklerini yazdığı bir kağıt parçası Edward’m eline geçiyor ve Edward bu listeyi geliştirerek geleceklerine yönelik bir plan yapıyor. İkili paraşütle atlıyor, Himalayalar’a gidiyor, arabayla yarışıyor vs.
Dünyaya hükmettiğine inanan ve belki de bu yüzden tanrıya inanmayan diğer burjuvalar gibi (Charlie Wilsonin Savaşı’ndaki Teksaslı zengin kadın ve Kan Dökülecek’teki petrolcü de dinsiz zenginlerden) Edward da bir ateist. Dolayısıyla da yalnız! Evi de metalik renkte. Oysa dindar Carter’ın evi sarı-sıcak ve insan sevgisi dolu! Yani zenginliğin kaynağıyla ilgili bir sorunu yok filmin, zenginin inancını yetersiz buluyor yalnızca. Bir de tanrıya inansa, aslında şeker adam şu Edward.
Bu filmi üstüörtük bir eşcinsel aşk öyküsü olarak da görmek mümkün bir yandan. İki erkeğin ilişkisi öyle noktalardan geçiyor ki, Brokeback’e gönderme yaparak Everest Tepesi diye adlandırılsa da yakışırmış filme. Aslında böyle bakınca son derece sıkıcı bu film biraz ilginçlik kazanıyor ama bir saatten sonra o da fark etmiyor.