TARİH: 29 Mart 2014
GAZETE/DERGİ: Birgün
Egom egom yüce egom
Adaleti sağlamanın tek yolunun bir ordu kurup soylularla savaşmaktan geçtiğine hükmeden bir karakterle karşı karşıyayız. Filmin konusunu fazla açık etmeyelim; belirli bir karakter yapısına dair önemli sorular soruyor ve görülmeye değer olduğu söylenebilir.
Orijinal adı: Michael Kohlhaas Yönetmen: Arnaud des Pallières Oyuncular: Mads Mikkelsen, Mélusine Mayance, Delphine ChuillotÜlke: Fransa, Almanya
Trajik kahramanlarda insanı derinden etkileyen bir şey var. Bunun ne olduğu tabii ki apaçık, trajedi yaşıyorlar da ondan. Ama trajedi ne? Kaçınılabilir olandan kaçınamamak, deneyimlerden ders alamamak, kişiliğinin bireye bir şeyler yapmayı dayatıyor olması, dış dünyadaki sorunlardan daha büyük, daha aşılamaz bir sorunun iç dünyada kahramanın karşısına çıkması. Kişiliğin kadere dönüşmesi… Zeki Demirkubuz en iyi filmi “Kader”de bunu y kalamıştı. Onur Ünlü “Sen Aydınlatırsın Geceyi”de bu sularda yüzüyordu. Deniz Akçay’ın “Köksüz”ünün annesi trajikti; kocasını kaybettiğinden değil, kendi sınırlarını aşamadığından.
Tek yol soylularla savaşmak…
“Adalet İçin”in kahramanı Michael KohIhaas güçlü, yakışıklı, irade sahibi biri. 16. yüzyılın evrilmekte olan burjuvazinin bir temsilcisi olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz herhalde, işi hayvancılık olsa da, Kohlhaas, yörenin en iyi atlarını yetiştiriyor ve onları iyi ve kârlı fiyatlarla panayırlarda satıyor. Ama panayıra giderken yörenin toprak ağasının yani bir baronun arazisinden geçmek zorunda. Baron ise kötülüğün cisimleşmiş hali gibi. Kohlhaas’a, adamlarına ve atlarına önce geçiş izni soruyorlar. Olmadığını öğrendiklerinde ise iki atı alıkoyarak geçiş izni veriyorlar. Kohlhaas atlarını satmaya gittiği panayırda geçiş izni gerekmediğini öğreniyor. Bir de döndüğünde atlarını ve kahyasını eziyet edilmiş, yaralanmış halde bulunca hakkını aramaya karar veriyor ve mahkemelere başvuruyor. Ama mahkemeler de güçlüden yani aristokrasiden yana. Burjuva hukukunun iktidara gelmesine daha çok var… Filmin konusunu fazla açık etmeden geçersek sonuçta Kohlhaas öyle bir noktaya geliyor ki, adaleti sağlamanın tek yolunun bir ordu kurup soylularla savaşmaktan geçtiğine hükmediyor. Ve bunu yapıyor da.
Kahraman kime denir!
Kohlhaas’ın tek derdi var: Hakkının teslim edilmesi. Bunun uğrunda her şeyi kaybetmeyi göze alıyor. Peki bu özelliği onu, hayran olunacak, saygıyla anılacak biri yapmıyor mu? Adaletsizliğe karşı sonuna kadar savaşan biri tam bir kahraman değil midir? Film işte burada sorular soruyor. Kendi hakkınızı savunmanız, çevrenizdeki herkesin başına bir felaket getiriyorsa yolun sonuna kadar gitmeli misiniz? Karınız, kızınız ve en yakın adamınız felaketler yaşıyorsa, doğru yolda mısınız? Size inanıp, savaşa soyunan köylüler, sizin işiniz bittiğinde ne yapacaklar? Sizin hak mücadeleniz, bir yandan çok büyük bir bencilliğin, koskocaman bir egonun dışavurumu değil mi? Biraz daha mütevazı olsanız, biraz daha dış dünyanın farkında olsanız, biraz daha uzlaşmacı olsanız herkes için daha iyi olmayacak mı? Adaletsizliğe maruz kalan bir tek siz misiniz şu vahşi dünyada? Bu gurur, bu mağrurluk neyin nesi? Pasifizmin savunusunu yapmıyorum burada ama bu soruların haklı gerekçeleri var. Kohlhaas’ın nasıl biri olduğu üzerine düşünmeye değer. Sonuna kadar mücadele, herkese zarar veriyorsa haklı bir mücadele midir yoksa bir ego gösterisi midir?
Tarihsel arka plan
Heinrich von Kleist’ın novella’sından uyarlanan film, hikâyenin yazıldığı dil olan Almanca’ya kısa bir sahnede yer veriyor, onun dışında Fransızca. O sahnenin de neden Almanca olduğu anlaşılamıyor. Tarihsel arka plan, Katolisizm ve Protestanizm arasındaki gerilim ya da Kohlhaas dışındaki karakterlerin akılda kalıcı yanları yok. Kohlhaas’ın kendisi de aslında çok boyutlu biri değil. Kohlhaas’ı canlandıran Mads Mikkelsen’in yüzündeki ifade hemen hemen hiç değişmiyor film boyunca. Ama yine de filmin belirli bir karakter yapısına dair önemli sorular sorduğunu ve görülmeye değer olduğunu düşünüyorum.